AVRUPA BİRLİĞİ DOSYASI


Hüseyin GÖSTERİCİ  

15.02.2018 


Avrupa Birliğinin ana fikri, doğuşu, gelişimi, gelinen son nokta, Türkiye’nin bu birlikle olan ilişkileri gibi hususlar bir yazı dizisi şeklinde değerli Üstadımız Hüseyin GÖSTERİCİ tarafından sitemiz için kaleme alınmıştır. Kendisine şükranlarımızı sunarız. Mevzuatsal.com 


BÖLÜM 1

Avrupa’da Birlik Fikrinin Doğuşu

Nedir bu Avrupa Birliği? (AB), nereden çıktı bu birlik? sorusu, akıllara gelebilecek bir sorudur. Doğrudur, eskiden AB diye bir şey yoktu. Avrupa’da birlik kurma fikri hepi topu 60, bilemedin 70 yıl geriye doğru giden bir gayretin ürünü.

O dönemle ilgili kaynaklara bakıldığında, bu konudaki ilk önerinin Fransızlar tarafından ortaya atıldığı görülmekte. Ancak, 1930’lu yıllardaki bu önerinin çok da rağbet görmediği anlaşılıyor.

Fransızlar, Avrupa’da ekonomik çıkar ortaklığı temelinde bir birlik oluşturarak, Avrupa’da yeni bir savaşı engellemek gayretindeydiler. Ancak onların bu gayreti boşa çıktı ve yeni bir savaşın çıkma ihtimali, 1939 yılında gerçeğe dönüştü.

II. Dünya Savaşı 1939 yılında başladı, 1945 yılında sona erdi. 6 yıl süren savaş, ülkelerin maddi-manevi tüm kaynaklarını seferber ettikleri, topyekûn bir savaştı.

ABD, Sovyetler Birliği, Japonya, Almanya, İtalya, Fransa, İngiltere gibi dünyanın önde gelen devletleri bu savaşın aktörleriydi.

Savaş boyunca, şehirler, sanayi tesisleri, sivil yerleşimler bombalandı. Savaş sadece cephelerde değil evlerde, sokaklarda can aldı. Askerden çok sivil insanlar öldü.

İnsanlık tarihinin gördüğü en ağır yıkıma, mal ve can kaybına yol açan II. Dünya Savaşı 2 Eylül 1945 de bittiğinde, çarpışma ve bombardımanlarda en az 45 milyon insan ölmüştü. Savaşın yol açtığı açlık, hastalık ve göç gibi nedenler de eklenince, can kaybı yaklaşık 60 milyonu buluyordu.

İkinci Dünya savaşında tüm Avrupa’nın asker kaybı yaklaşık 19 milyon, sivil kaybı yaklaşık 19,3 milyondu. Bu rakamların dışında ayrıca 6 milyona yakın Yahudi öldürüldü. Almanların kurduğu toplama kamplarında öldürülen yaklaşık 10 milyon sivil kurbanın 6 milyonu Yahudilerden oluşuyordu.

Savaşta 7 milyon Alman vatandaşı öldü. Almanya’da ölenlerin yarısı sivil insanlardı ve bunlar çoğunlukla hava bombardımanlarında öldü. Alman şehirlerinin %70’i bombardımanlarla yok edildi.

Avrupa’da limanlar, fabrikalar ve demiryolları savaşın yarattığı yıkım nedeniyle çalışmaz hale geldi.

Savaş sonrası ortaya çıkan tablo, insanlık adına utanç verici, Avrupa devletleri bakımından ise bir felaketti. Savaş en çok Avrupa coğrafyasına zarar verdi ve geride darmadağın olmuş bir Avrupa bıraktı.

Savaş dünya dengelerini de değiştirdi. Savaş bittiğinde zayıf düşmüş bir Avrupa vardı. Yenik düşen Almanya ve İtalya zaten savaşın kaybedenleriydi. Yenilmiş ve işgal edilmişlerdi. İngiltere ve Fransa ise, savaşın kazananları olsalar bile çok zayıf düşmüşlerdi.

İkinci dünya savaşı o güne kadar dünyada sözü dinlenen Avrupa devletlerini çökertti. Onların yerini iki yeni hakim güç ABD ve Sovyetler Birliği aldı.

Savaş Avrupa’da can ve mal kayıplarının yanı sıra, sosyal ve ahlaki boyutlarda da derin sarsıntılara yol açtı.  Sivillere ve özellikle Yahudilere yönelik cinayetler, devlet eliyle yürütülen sistematik yok etme faaliyeti, öldürme biçimlerinin yarattığı dehşet duygusu, savaşın manevi yıkım boyutunu ortaya çıkardı.

İnsanoğlunun birbirine karşı yapabildikleri, nükleer silahlar ile Dünyayı yok etme kapasitesine ulaşılmış olması, barış içinde yaşama gereğini, bir zorunluluk olarak dayatıyordu.

1945 yılında savaş bittiğinde Avrupa’da hiç kimse aynı yıkımı ve acıları bir daha yaşamak istemiyordu.

Ünlü Fransız düşünür Albert Camus 1945 yılında yazdığı bir yazıda, İnsanlığın ulaştığı büyük öldürme ve yok etme gücü ve becerisi karşısında, artık yürütülmeye değer yegâne savaşın, barış için olması gerektiğini söylüyordu

II. Dünya Savaşında birbirlerini tüketircesine savaşan Avrupa Devletlerinin ortak çıkarlar etrafında birleşerek sorunlarını savaşmadan çözmelerini, barış içinde birlikte yaşamalarını ve zenginleşmelerini sağlamak gerekiyordu.

O dönem Fransa’sının Dışişleri Bakanı Robert Schuman 9 Mayıs 1950 de Fransız Hükümeti adına açıkladığı resmi bildiride;

Fransa’nın yirmi yıldan beri Avrupa’nın birleşmesi yolunda önderlik ettiğini, Birleşik bir Avrupa kurulmadığı için II. Dünya Savaşının çıktığını, Avrupa uluslarının bir araya gelmeleri için Fransa ve Almanya arasında var olan yüzyıllık karşıtlığın ortadan kaldırılması gerektiğini, bu konuda girişilecek her türlü eylemin öncelikle Fransa ve Almanya üzerinden ilerlemesi gerektiğini, Fransız hükümetinin diğer Avrupa ülkelerinin de katılımına açık bir örgüt bünyesinde Fransız-Alman kömür ve çelik üretiminin tamamını ortak bir üst otoritenin denetimine bırakmayı önerdiğini, kömür ve çelik üretimlerinin ortak hale getirilmesinin, uzun zamandır savaş silahları üreten ve hep ürettikleri silahların kurbanı olan bölgenin kaderini değiştireceğini, böylece oluşturulacak üretim temelli dayanışmanın, Fransa ile Almanya arasında savaş çıkması olasılığını ortadan kaldıracağını, böylesine güçlü bir üretim biriminin kurulmasının, diğer ülkelerin de katılımını teşvik edeceğini, ifade etti.

“Schuman Bildirisi” olarak da bilinen bu bildiri, bugün Avrupa Birliği olarak kabul ettiğimiz büyük örgütlenmenin ilk yapı taşı olarak görülür. Nitekim, 1985 yılında Milan’da yapılan AB Zirvesinde, bildirinin ilan edildiği 9 Mayıs’ın, “Avrupa Günü” olarak kutlanması kararı alındı.

Schuman Bildirisi’nin yayımlanmasından bir yıl sonra, 1951 de Fransız devlet adamı Jean Monnet ve Dışişleri Bakanı Robert Schuman ile savaş sonrası Almanya’sının ilk Başbakanı olan Konrad Adenauer, Almanya, İtalya, Belçika, Fransa, Hollanda ve Lüksemburg’un oluşturduğu altı Avrupa ülkesinin kömür ve çelik üretimini birleştiren Avrupa Kömür ve Çelik Birliğini kurdular.

Ortak ekonomik çıkarlar temelinde oluşturulan bu örgütlenme, Avrupa’nın birleşmesi fikrinin, ilk somut yansıması olarak ortaya çıktı ve o günden bu yana, Fransa ve Almanya arasında barışı sağlayarak, Avrupa’da birlik fikrinin gelişimine katkıda bulundu.

Devam edecek…